30 Kasım 2019 Cumartesi

ERTELEME





   Yollar, yıllar, eski bir kentin sokaklarında lambaları yanan evler, sabahın ayazında karın üzerinde kalan ayak izleri, bunlardan geri ne kaldı ki ?
   Her şey değişmiyor mu zamanla ? Herkes gitmiyor mu herkesten ? Bütün gelmeler zaten gitmek için değil mi ? Duygular çoğalıyor onu her gördüğünde, duygular azalıyor araya giren her mesafede.. Zaman uzadıkça özlemler anlamsızlaşmaya başlıyor.. Tutup yakalaya bileceğini düşündüğün, varlığını hissettiğin sevgi ' yok olabiliyor' ansızın. Nefes alırken her şey ne kadar netliğe yakın geliyor oysa ki nefes almayana da bağlı kalınıyor mu ki kalpten ? 


    Sevgi bağının faklı bir tanımını dile getiriyor şairin biri;
 ' pamuk ipliği ' gibi diyor üstad.. Her an kopacak gibi gözükse de nefrete 5 kala ince bir çizgi gibi düşünün diyor.. Sevginin sesi olsaydı eğer kulakları sağır edebilirdi. Zaman geçse de küllerinden yeniden doğabilirdi.. Hayat böyle işte; yaşamak isterken ölümü düşünür, öldüğünde de yaşamanın tadını bilmek ister insanoğlu. Bazen yaşamak ölümden daha ağır gelebiliyor insana.. Bir kalp bazen iki kişilik atabiliyor.. Bazen bir beden de iki kişi yaşayabiliyor, yaşamak zorunda kalıyor.. 


    Hadi nerede o sıcak kahveler; hikaye başlıyor...


Birbirini her şeyden çok seven iki genç aşık varmış karlar ülkesinin birinde.. Kızın bakışları insanı küle çevirirmiş. Delikanlının gücü mevsimleri değiştirirmiş. Bu iki birbirini çok seven aşıklar bir araya geldiğinde; güneş batmamak için direnir, ay geceyi gündüze çevirirmiş.. Adeta evren onların bir arada olması için her şeyi yaparmış. Derken bir gün delikanlı bir hataya düşmüş. Yüreği ürkek bir ceylan kadar narin kızı çok üzmüş. Delikanlının yağtığı hatayı bir türlü affedemiyormuş. Uzaklaşmış sevdiğinden.. Günler günleri kovalamış.. Aylar ayları, yıllar yılları... Delikanlı ne yaparsa yapsın ikna edememiş genç kızı. Ve şehirden ayrılmaya karar verip askere gitmiş.. Kız da delikanlıdan uzaklaşmak için başka biriyle nişanlanmış.. Delikanlı, o gece bir rüya görmüş. Rüyasında kalbinden vuruluyormuş. Masal bu ya işte; genç kız da aynı gece o rüyayı görmüş.. Ertesi gün delikanlı her şeyi anlatan bir mektup yazıp, silah arkadaşına bırakıp vasiyet etmiş. Delikanlı; ' olur da bir gün buralardan gidersem, ona olan sevgime hiçbir zaman ihanet etmediğimi bilsin isterim' demiş.. 

    Ve bana düşen bu hikayeyi gereken yerlere ulaştırmak oldu... Hayatta istediği son şey; sana son bir kez bırakmayacak gibi sarılmaktı... Artık AFFET... 

   Umarım yattığın yer sıcaktır kardeşim, umarım son dileğini yerine getire bilmişimdir.  Ruhun huzur bulsun Şehit kardeşim...

  İşte arkadaşlar; şuan bütün hikayeler, sözler, duygular anlamsız kalıyor. Karşımıza çıkan tek gerçekle baş başa kalıyoruz; ÖLÜM...

İfade ettiği duygunun ve acının tarifi yok .. Masallar diyarından acı gerçeklere geri dönüyoruz..

  Hey Sen delikanlı; neden erteliyorsun ki hissettiğin duyguyu anlatmak için ?
  Hey Sen güzel kız; neden kaçıyorsun ki kalbinin hızlı atmasına sebep olanları anlatmak için ?

ERTELEMEYİN; hissinizi, sözlerinizi ve en önemlisi sevginizi ve kendinizi...

Şimdi imkanınız varsa arayın; sadece sesini duymak için ya da gözlerinin içine bakın ve sıkıca sarılın..

Gidenlere ya da geride kalanlara; yaşananlara  ya da yarım kalan bütün duygulara gelsin bu söz ;

" İyi ki vardın, İyi ki varsın, İyi ki var olacaksın içimde !"





NOT: İki dudağınızın arasından çıkan bir " Hoşça Kal ' a sığdırmayın sevginizi ! " diye avazı çıktığı kadar bağırdı André,  yerle bir olmuş şehre sırtını dönüp....









26 Ağustos 2019 Pazartesi

DESTAN




              Birileri birilerine yol olmayı seçerken; birileri birilerine çıkmaz sokak olabilir..
         Birileri birileri için dağları aşmayı göze alırken; birileri birilerinin önüne kalın duvarlar örebilir..
         Bazıları bir kere sarılmak için kilometreleri göze alırken; bazıları yanı başındakinin güzelliğini göremez..
         Bazen kokusu burnunda tüter dokunamazsın; bazen de gözünün önünde olur hissedemezsin varlığını...


         Hadi koyun kahveleri, hazırlıklar yapılsın, yeni hikayemiz başlasın.. 

    Uzak diyarların birinde kara yağız bir delikanlı yaşarmış. Kaşı, gözü, heybeti dillere destanmış. Bir yumruğuyla yer gök inler, bir adımla dağları yerinden oynatırmış. Attığını vuran, hedefine hissettirmeden gafil avlayan çok da iyi bir avcıymış. Ülkenin gençleri gibi vaktini boşa harcamaz sürekli yeni uğraşlar edinmek çaba harcarmış. Doğaya ve hayvanlara ilgisi oldukça fazlaymış. Özellikle arılara karşı farklı bir ilgisi varmış, her ağacı tek yaprağından tanırmış...

  Uzak diyarların birinde; bu kara yağız delikanlının yaşadığı ülkenin bilinmeyen bir köyünde bir genç kız yaşarmış. Zekasıyla herkesi kendine hayran bırakan, saçları aslan yelesi, gözleri kömürden daha kara, yüzünün güzelliğinin ışıltısı elmas gibi görenlerin aklını kaybetmesine sebep olan, kalbi kendinden de güzel bir kızmış...

  Bir gün delikanlı avlanmak için ormanda gezinirken, birinin geçtiğini görmüş.. Genç kız, köyünde su olmadığı için her gün ormanın diğer tarafından testilerle su taşırmış köyüne.. Tesadüf bu ya işte, o da delikanlıyı fark etmiş. Gel zaman, git zaman bu tesadüfler rutin halini almış. Delikanlı kızı çok beğenmiş, kız da delikanlıyı.. Delikanlı kızı izlemeye başlamış, kız da gizli gizli takip etmiş delikanlıyı... Ama delikanlı kızı incitmekten çok korkuyormuş, kız da incinmekten...
Derken bir gün  delikanlı kıza açılıp ona bir şiir söylemeye karar vermiş ve dilinden şu mısralar dökülmüş;

      Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur,
      En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.      
      Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;       
      Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...

Kız bu sözlere vurulmuş, kalbi ise bir kuşun kanat çırpışı gibi hızlı hızlı atmış... Bu orman onların aşk yuvası olmuş. 

Derken delikanlı zamanla bu aşktan sıkılmış, eski alışkanlıklarını arar olmuş. Kız her şeyin farkındaymış ama belki düzelir demiş.  Umut etmiş gökyüzüne bakarak, dolunayda bir dilek tutmuş. Lakin avcı ruhlu delikanlı dönmemiş geri...

Bir gün yine genç kız köyüne su taşırken, bir an da sol yanında bir acı hissetmiş. Dizlerinin üzerine çökmüş, sağ elini sol göğüs kafesinin üzerine koymuş ve sıcak bir şeylerin aktığını hissetmiş.. O an'da delikanlı gözünün önünde belirmiş. Genç kız hayal zannederek içinden geçen her şeyi söylemiş. ' Bana tekrar böyle güzel bakman için illa ki ölmem mi gerekirdi, beni ikinci kez öldürdün ' dedikten sonra olduğu yere yığılıp kalmış ve hemen oracıkta son nefesini vermiş... 

Delikanlı o zamana kadar hiçbir şeyin farkında değilmiş. Kızın ağzından dökülen sözcükler boğazında düğümlenmiş, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış bunu geçte olsa anlamış..
Delikanlı, genç kızı aslında çok sevdiğini orada anlamış, gözyaşları sel olup akmış, delikanlı düşünmekten Ruh Adam olup bitap düşmüş...

Bu masalda dilden dile dolaşıp efsane halini almış..

Zaman kimisine ilaç, kimisine zehir..
Zaman kimisine tecrübe, kimisine pişmanlık olur..
Yürekten geçenle ağızdan çıkan bir olursa; sevgi pırlanta, dil bal olur..

Demem o ki;

Sabah uyandığınızda varlığıyla mutlu olduğunuz biri varsa,
Bir melodi duyduğunuzda aklınıza ilk o geliyorsa,
Bir şeye güldüğünüzde onunda buna güleceğini düşünüyorsanız,
Kokusu size huzuru anlatıyorsa,
Birlikte paylaştığınız her andan zevk alıyorsanız,
O'na dokunduğunuzda kalbiniz hızla çarpıyorsa,
Engelleri aşmak için çaba gösteriyorsa,
Ne kadar uzağa gitseniz de birbirinizden,
Bütün yolların O'na çıkacağını biliyorsunuz..

Dilerim ki;

Bütün her şeye rağmen yanınızda yokken bile varlığı huzur veriyor, yaşadığınız bütün anılar için O'na minnettar olabiliyorsanız; SEVİN !

Çünkü; Umutlarda bir gün biter, Sen yeter ki gökyüzüne bak ..

NOT :  Kamlançu ülkesine bahar gelip de kuşlar ötüşmeye başlayınca, ağaçlarda ve yerlerde çiçekler açınca, o büyük çam ağacının altında, bizim kara yağız delikanlı eğer isterse; parlak bakışlı, ay yüzlü kızı orada tekrar görecektir....







31 Mayıs 2019 Cuma

DEĞER






       'İnsan zamanı durdurmak istediği yere aittir ' diye bir replik yazıyor senaristin biri. Peki, sen olsaydın nerede durdurmak isterdin zamanı ?

       Bir gece yarısı gökteki yıldızlara bakarak içinden geçirdiğin düşüncede mi ? Denize bakarken kulağına gelen dalgaların melodik sesinde mi ? Ağlayan bir çocuğun çığlıkları havayı yırtarken, gözünden düşen gözyaşı damlasında mı ? Çok sevdiğin bir şarkının nakaratını söylerken, aldığın nefesin genzini yaktığı an'da mı ? 
      
       Bazı şeyler öyle olmuyor işte.. Her şeyin sorumlusu ilan ettiğimiz zamanı suçlarken, vicdan rahatlatma çabaları anlamsız kalmıyor mu sizce de ?

       Uyuma isteği ve uyuyamama haliyeti ruhiyesi bedeninde hükmediyor... Milyonlarca belki de milyarlarca düşünce geçiyor aklının köşesinden. Keşke'ler, belki'ler... Belkiler belirsiz elbette.. Daha zamanı gelmemiş yaşanacakların ama benliğine en çok koyan şey; geri alamadığın zamanın içinde kaybolup giden keşkeler oluyor, biliyorum... Anlamsızlıklar içinde anlamlar aramak.. Kişiye, nesneye, duruma, olmayan ya da olması muhtemel olup da olamayan şeylere anlamlar yüklemek ne saçma... Pişmanlık duyacağını bildiğin halde değer vermeyi denemek ve verdiğin değerin kıymetsiz kalacağını karşında ki kişinin bunu hiçbir zaman bir lütuf gibi görmeyip, buna mecburmuşsun gibi davranıp, kalbini parçalara ayırıp, seni kırıp dökmesini normal bir şey oluyor gibi kendine kabullendirmen gerçeği... Seni en çok da  bu yaralayıp, yıpratmıyor mu söylesene !?

        Bu kadar şey içinde bir de uykusuzluk illeti sarmıyor mu bedeni, işte film burada kopuyor.. Şairlere şiirler yazdıran dertler, biz yazarları uykusuz gecelere itiyor.. Bir şey düşünmeden uyumak; hiç gerçekleşmeyen çelişki.. Kendini sorgulama evresinden sonraki aşama 'mutluluk' kelimesinin ne olduğunu düşünme anı..

       Mutluluk ne ola ki ?

      Birini sevmek, biri tarafından sevilmek gibi kavramlar değildir, yani umarım.. Mutluluk; bir kuşun kanat çırpışı, Ay'ın denizde oluşturduğu yakamoz ya da geçip giden bir trenin siren sesi.. O zaman mutluluk kişiye göre değişkenlik gösteren bir kavramdır, diye bilir miyiz ? Ya da bizim için anlamlı olan ve kalbimizin atış hızını bir tık artıran 'şey'olabilir mi ?

      Kısaca; mutluluk ne ola ki ? 

     Mutluluk denilen kavram kişiye, nesneye ya da zamana bağlı değildir diyor Şair. Mutluluk kendi içindedir. Bazen fonda çalan bir şarkı nakaratında, bazen başını okşadığın bir  köpeğin minnet dolu bakışında, bazen de kocaman sımsıkı bir sarılışta.. Nasıl görmek istiyorsan öyle bakmalısın hayata...

     Bir insan size vakit ayırmak için çaba gösteriyor, sizin için bir şeyler yapıyorsa görmezden gelmeyin.. Bakış açınızı değiştirin. Emin olun ki kimse kaybedeceği bir şey için çaba göstermez/ savaşmaz..

    Kazanmak istiyorsanız savaşmalı,
    Mutlu olmak istiyorsanız güzel bakmalı,
    Değerli hissetmek istiyorsanız ; size verilen değerin kıymetini bilmelisiniz.. 
    İşte insanı en çok yoran şey; emeğinin karşılığını bulamamasıdır. İnsanları hayal kırıklığına uğratmayın, kalplerimizi yormayın...


NOT: Artık değer verdiğim şeylerin kıymetini bilmeyenler için zamanım kalmadı. Artık hayalim seninle, kalbin benimle olacak. Beni kaybettin.. Şimdi senin için bu rüyadan uyanma vakti, hadi KALK ! 
Dedi ve uçurumdan kendini kocaman bir boşluğa bıraktı André...  

             

31 Mart 2019 Pazar

SON



            Son gülüş, son uyku, son uyanış, son sarılış, son gözyaşı, son bakış; işte bu son veda gidenlere...

Yarım kalanlara mı, yarım bırakanlara mı, yarım bırakmak zorunda kaldıklarımıza mı ? Pişmanlığımız yaşadıklarımıza mı, yaşamak isteyip yaşayamadıklarımıza mı ? Sen, ben, belki de biz.. Hangisi kalbinin daha hızlı atmasına sebep oluyor ?

Bir yere ait olamama hissiyatı bırak peşimi.. Her an kalkıp gitme düşüncesi çık aklımdan.. Elini uzatıp dokunduklarından dert yanarken, dokunmak isteyip de bulamadıkların nerede ?Aynı yağmurda ıslanırken, farklı kıyılarda nefes almak neden ? Aynı sabaha uyanıp, farklı pencerelerden bakmak zorunda kalma sebebimizi bana kim açıklayacak ? Sevmenin tarifini kim yapacak ? 'Seni sevmenin tarifimi olur' dediğini duyar gibiyim.. Kaç km uzağa gidersen git; bileğinde oluşan saç tokamın izinin kalbinde daha derin yaralar açtığını da biliyorum.. Ama bazen bilmemenin huzurunu yaşamak istiyorum.. Bildiği halde elinden hiçbir şey gelmemesi daha büyük yangınlar açmıyor mu yüreğinde ?..

Susar mıydım hiç 'son' olduğunu bilseydim diyorum...

Hangimiz önce gittik birbirimizden? Gidebildik mi? Her giden, bir parça bırakırmış gittiğinden diyor şair.. Sen şimdi hangi bahar oldun gittiğin yerde? Kimin gününü renklendiriyorsun gülüşünle? Varlığınla kimin gecesini aydınlatıyorsun? Bir yanım çok kızgın, diğer yanım yokluğunla üşüyor.. Eğer bu kışı atlatırsak önümüz bahar diyorum.. Sonra gerçeğe dönüyorum ki, bu birlikte geçirdiğimiz son saatler.. Giderken sarılışın  geliyor belli belirsiz aklıma, içini çeke çeke alnımdan öpüşün, ardından hemen arkanı dönüşün.... Ah bu kaybetme korkularımız yok mu, işte !

Çıkıyorum aklımın sokağına; kafamı çeviriyorum bir sağa bir sola.. Küçücük sokak, kocaman ıssız bir çöle dönüşüyor gözümde.. Derin bir nefes çekiyorum içime, kokun geliyor burnuma.. Elinin sıcaklığı; yüreğime saplanan ok misali kavuruyor avuç içlerimi.. Bomboş sokakta fırtınaya yakalanmış küçük bir balıkçı teknesi misali yalpalıyorum.. Kulağımda belli belirsiz bir ses var.. ' Güneş burada da var, ta ki batana kadar ' diyor.. Gözlerimden iki damla yaş süzülüyor tek tek.. Yürüyorum kendi karanlığımın içinde.. Düşüncelerimi toparlayamıyorum.. Sonra bana bakarken gülen gözlerin canlanıyor anılarımın içinden.. Aklımda tek bir soru var, cevaplayamıyorum; Susar mıydım gerçekten '' Son '' olduğunu bilseydim diyorum...

Susmazdım.. Susmadım.. Susamadım..
Susmamalıydım.. Susmak istemedim..  Susmak istemezdim.. 

NOT:

André pencereden yerle bir olan şehri seyrederken son sözleri dökülü verdi dudaklarının arasından:
- Yazım, kışım, vazgeçilmezimsin yalanına karnımız tok artık efendiler. Gönül dediğimiz şey insanın özelidir yani kalesidir. İnsanların gönül kapılarını çalıp, içeriye alındıktan sonra bulunduğunuz yeri yakıp yıkmaya hakkınız yok..İnsanların hayatının merkezinde yer alana kadar her şey mükemmel gibi davranıp sonra umursamaz tavırlar takınıp çekip gidemezsiniz.. İnsanların umutlarını ellerinden alıp sonra onları karanlığa itemezsiniz.. İnsan yaşattığını yaşamadan ölmezmiş derler.. Sonu her ne olursa olsun duygularınızdan utanmayın, ifade etmekten çekinmeyin.. Karşınızda ki anlamasa da, siz huzurlu olun.. Eğer bu 'SON' ise susmayın!!

Ve unutmayın; Vicdan keskin bir bıçak gibidir; batarsa acıtır, keserse kanatır...
Vicdanınızın her zaman rahat olması dileğiyle.. 

Esen kalın...  





24 Ocak 2019 Perşembe

CENNET

   

   Kapıların kendine ait anahtarları vardır. Her anahtar, her kapıyı açamaz. Kalpleri de kapalı kapılara benzetirmiş şair; herkese kapalı olsa da bir tek, doğru anahtara sahip olana açılırmış kalpler...

  Kahveleri hazırlayın. Yeni bir hikayeye hazır mısınız ? 

  Bir gece ansızın gelen o hissi unutamıyorum. Elimin içinde bir şey varmış gibi tuhaf bir duygunun bütün bedenimi ele geçirdiğini hissediyorum. O kocaman dünyayı avuçlarımın arasında tutuyor gibiyim. Sol yanımda tarifsiz bir sızı var ki anlatamıyorum. Kafamı düşünceler sarıyor. Hiçbir şey net değil gözümde. Galiba, birazdan koca bir şehri içimden söküp atacağım. Yağmurun cama vuruşunu, damlaların birbiri ardından kayıp gidişini seyrediyorum. Gerçekten bu güne kadar hiç aşık oldum mu ben ? Şuan bundan emin değilim. Bomboş odayı aydınlatan lambanın gölgesine bakıyorum. Çektiğim acının ve mutluluğun eşit olması mümkün mü ?Hayır, olmamalı. Bu canımdan bir parçayı söküp alıyor benden. Evet, evet ben Ateş'im. Bunu, şuan içimde yanan yangınla çok daha iyi anladım. Ateşe ateş iyi gelir umuduyla elimi uzattım, daha çok yandım. Ateş yanar mı demeyin, Ateş'in yanması diye bir olay varmış. İnsan yaşayınca anlıyor, yanarken daha da çok yanmayı. Nefes alamıyor, boğuluyorum diyeceğim ama benim yangınım çok başka. Çığlıklarımı duyuyor musun ? Kelimeler yangınımı anlatmaya yetersiz! Sanki gökyüzü göğüs kafesimin üzerine çökmüş, ben kalkamıyorum altından. Sonra uzatıyorum elimi ama yakalayamıyorum gökyüzünü ! Çok yakın ama çok çok çok uzak bana. Sanırım o herkese anlattığım, hikayemin kahramanını buldum diyordum kendi kendime. Mahvedecek bütün hayatımı biliyorum ama onu yaşamayı, onunla yaşamayı hayal etmek bile güzelken kim umursar ki küçük bir yıkılışı ? 'Yeryüzündeki cennet sensin' dedim, nereden bile bilirdim ki bana cehennemin en güzel yanını tattıracağını... < İçin için yanmak > deyimini bana bu dünyada yaşatacağını nereden bilecektim ki zaten!
  İnsan yanmayı sever mi ? Ben yanacağımı bile bile elimi uzattım sana. Saçlarına dokunmak, teninin kokusuyla ciğerlerimi doldurmak.. Gözlerine baktığımda kendimi unuturken, bir gülüşüne dünyayı önüne sermek vardı. Bir kere gülmen için, bir kere seni tekrar gülerken görebilmek için ateşe yeniden atlardım inan. Hayatım boyunca aşık olmayı bekledim. Ama Ateş'i ateşle harmanlayıp, cennetin yasak elmasına dokundum. Adem gibi oldum. Cenneti yaşamak varken, yeryüzünde ki cehennemi buldum. Söylesene Ateş; beni, benimle, benim karanlığıma terk edip neden gittin ?!  Diyor  sevgili Ateş.....

  Herkesi yakarken, yanmanın ne demek olduğunu bilmezken her şey daha güzel geliyor insanın gözüne. Ama insanoğlu bir kere yanınca, kaçmak istiyor bütün yangınlardan ama ne kadar kaçsa da yine kendini bir yangının içinde buluyor. Cennet çok güzel olsa da cenneti hak etmek için öncelikle cehennemi tatmak gerekiyor ki kıymetini bilelim cennetin...


   Arkadaşlar !
   Kendinizi sevin ki sevile bilin.
   İnsanın yarası kendindeyse dermanı da kendindedir. 
   Kimsenin cennetini, cehenneme çevirmeyin..

   Arkadaşlar!
   Ateş'seniz yakmayın.
   Cennetinizi bulduğunuzu düşünüyorsanız, düşünmeden yaşayın. 
   Belki şimdi değil ama elbet bir gün bizimde bahçelerimizde çiçekler açacak, inanın...
    
   Ve Arkadaşlar!
   Düşüncelerinizi, ruhunuzu en önemlisi kalbinizi özgürleştirin.
   Emin olun ki, o zaman dünya daha yaşanır bir yer olacak!!

   Kalbinizin Ateş'ine selamlar olsun... 
  
                                                          HOŞÇA KALIN