2 Eylül 2022 Cuma

RUH

 

Farkında olmadan yapamadığımız bir şey aslında; eksilmek.. Tamamlanabilmek için önce eksilmek gerek. Fazla gelen sevgiden, karşılıklı çıkar ilişkilerinden, yapmacık samimiyetten. 

Ruhunun bütünlüğü için diğer yarısına ihtiyaç duyuyor insan. Bulduğunu sandığı da oluyor, bulamadığında da hep yarım kalıyor... Yeni hikayeyi dinlemeye var mısınız ? Kahveler hazırsa başlıyorum...


Uzak diyarların birinde, bahçeleri denize bakan bir saray varmış. Bu sarayın heybetli mi heybetli bir padişahı, padişahında dillere destan güzellikte kar beyazı tenli bir kızı varmış. Padişah kızını pamuktan örtülere sarar, hasta olmasın diye de güzel ballarla beslermiş. Bir gün prensesin boğazı ağrıyormuş ama hiçbir bal da fayda etmiyormuş. Padişah haber salmış, prensesi iyileştiren balı bulan kişiyle kızını evlendirecekmiş. Günler günleri, haftalar haftaları kovalamış. Prenses öksürmekten halsiz kalmış, yataklara düşmüş... Bir gün prensesin hasta olduğunu duyan genç bir adam, en güzel balı bulup düşmüş yola. Balı saraya ulaştırmış, çıkmış padişahın huzuruna. Güzel şifalı bir karışım yapmış. Götürmüşler genci prensesin odasına. Prenses öksürmekten gözünü açamıyormuş. Genç hemen bir kaşık uzatmış yaptığı karışımdan prensese. Birkaç gün başında beklemiş. Ballı karışım iyi gelmiş. Uyurken seyretmiş onu. Sanki daha önce bu yüzü gördüğünü düşünüyormuş. Kalbimdeki bu çarpıntının başka açıklaması olamaz demiş. Prenses, bir sabah gün ışığıyla gözlerini açmış. Karşısında genci görünce şaşırmış. Kalbi ağzından çıkacakmış. Gözlerine baktığında içi erimiş. İki genç birbirine öyle güzel bakıyormuş ki, etraftaki herkes bu uyumu hissediyormuş.... 


Peki bu hikayenin devamında ne olmuş ? Mutlu ya da mutsuz sonlar bizlerin elinde. Siz hikayenin devamını getirmeyen kadere mi kızgınsınız, hikayenizi yarım bırakanlara mı ? Seçimler neden hep vazgeçişler için ? Bir insanın gözlerinin içine bakarken içiniz akıp gidiyor mu ? O varken bütün dünyayla savaşabilirim diyor musunuz ? Bir şey var aramızda biliyorum. Ben seni çok eskiden tanıyorum. Ruhlarımız evvelden tanışıyor olmalı..

Biriyle tanışmak tesadüf olabilir. Ama ruhların tanışması tevafuktur... Rastgele değil... Bazen içinin acıyacağını bilsende ateşi yutmaktır.. Bazen koca bir çölde susuz kalmaktır.. Bazen uykuların bölünmesidir.. Bazen gelmeyeceğini bile bile beklemektir.. İhtimaller güzeldir... Keşke'ler yarım kalmışlık.. Belki'ler hep bir ümittir.. Zafer her zaman sabredenlerle beraberdir. Başka bir evrende, ruhunun en güzel haliyle hıh ne dersin ???

NE DEMİŞ ŞAİR;

' Sana sarıldığımda bitecek bütün kaygılarım,

 Korkularım, dünya telaşım..

Kalbimde çiçekler açtıracak gelişin

Sen benim eksik kalmış yanım, diğer yarım ' ... 




 


18 Aralık 2021 Cumartesi

KADIN

Ruhu alevden, gözleri ateştendir. Yüzüne bakmaya doyamazsın. Elleri kar tanesi gibi pamuktandır. Yüreği dağ gibi dayanıklı, merhameti gökyüzü kadar sonsuzdur. Saçları aslan  yelesi, kirpikleri kuş tüyü kadar narindir. Dudakları kirazdan, yanakları elma gibi al aldır da gözyaşları hançer kadar keskindir azizim. Varlığı cennet, yokluğu cehennemdir... 


Kahveler  hazır mı? Yeni hikayemiz başlıyor. 

Küçük bir şehrin, sakin mahallelerinden birinde, iki erkek kardeşi ve anne - babasıyla minik bir evde yaşıyordu Alev. Dünya toz pembe, insanlar iyi kalpliydi gözünde.. Mutlu bir çocuktu. Babası şehir dışında çalışır, ara sıra gelirdi eve. Kardeşleriyle oynamak en büyük eğlencesiydi. ' Kötülük ' kelimesinin anlamını bilmezdi, o kara güne dek. Kabuslarıyla karşılaşıp, hayatının bu denli değişeceğini bilemezdi ki..

Her gün olduğu gibi yine mahalledeki çocuklarla bir araya gelip soluksuzca, kahkalar içinde günü tamamlamışlardı. Bugün daha da mutluydu, Babası akşam evde olacaktı. Akşam yemeği için mahalle bakkalına ekmek almaya gönderildi, dönüş yolunda mahalleden yaşça büyük bir çocukla karşılaştı. Tam yanından geçecekken, çocuk ağzını kapatıp onu sürüklemeye başladı. Apartmanın giriş kapısının arkasında duvara sıkıştırdı. Bir eliyle ağzını kapatırken, diğer elini Alev'in vücudunda gezdiriyordu. Alev hem çığlık atmak istiyor hemde korkudan titriyordu. Çocuğu itmeye çalışırken bir yandan da kalbi ağzından fırlayacak gibi atıyordu. Tam o sırada sokaktan bir ses geldi, çocuk panikle onu bıraktı. Alev fırsat bilip kendini apartmandan dışarı attı, elinde ekmekleriyle...

Bu olay uzun zaman ve belli aralıklarla devam etti. Tehdit edildi.. Susmak zorunda bırakıldı. Zaman geçtikçe zayıfladı, kabuslar başladı, en son yatağını ıslattı. Annesi fark etti, durumu anladı, oradan taşındılar. 

Bir gün cesaretini toplayıp annesine her şeyi anlattı. Annesi gözyaşlarını tutamadı. Bir elinde ekmek bıçağı, diğeriyle de Alev'i kaptığı gibi çocuğun ailesinin kapısına dayandı. Arbede yaşandı. Kimse Alev'e inanmadı. ' Kuyruk sallamıştır ' dediler. Toprak utandı, taş utandı, Alev insanlıktan utandı....

Yıllar sonra annesi kalp krizi geçirdi. Apar topar yanına koştu. Sırdaşı yoğun bakımdayken, bütün hastanenin koridorlarını dolaştı. Bir banka oturdu. Karşısında on, on iki yaşlarında, bakmaya kıyamayacağı bir kız çocuğu gördü. Yanında annesinin gözleri dolu doluydu. Bakışlarını babaya çevirdi, yere bakarken ellerini  gördü...  Beyninde bir şimşek çaktı. MAVİ DEMİR KAPI, APARTMAN BOŞLUĞU, BOĞAZINDA DÜĞÜMLENEN ÇIĞLIKLAR, VÜCUDUNDA GEZEN O ELLER VE ÜÇ EKMEK... Olduğu yere yığıldı kaldı.

Günler sonra küçük kız çocuğunun bir yakını tarafından taciz edildiği için tedavi gördüğünü öğrendi. Yüreği sızladı. İlahi adaletse, minik yavrunun günahı neydi ? İçi hiç soğumadı. Bütün çocukluğu MAVİ DEMİR KAPI'nın ardında kaldı...

Bu ülkede kadın olmak ne kadar da zor, gizlediğimiz ne kadar çok yaramız, ortak ne çok acılarımız var. Hepimiz susturulmuş, bastırılmışız. Bize yapılan şeylerle korkutulmuş, sindirilmiş, kendimiz olmaktan utandırılmışız. Başımıza gelen her kötü şey için suçlanmışız...

Biz bu topraklar üzerinde ' Kadın, çocuk, hayvan ' olarak çok sayıda psikolojik ya da fiziksel zulüm gördük ki hangisini dile getirsekte faydasını görmedik...

'Kadın çiçektir' dediniz; ezdiniz. 'Kadın anadır' dediniz; çocuğunun gözleri önünde katlettiniz. 'Kadın evin süsüdür' dediniz; yaktınız, yıktınız. Bizi her kalıba sığdırdınız da bir tek bu dünyaya sığdıramadınız. 

Biz insanız; bireyiz, kadınız, anayız, kardeşiz, ablayız, eşiz, yoluz, yoldaşız, ekmeğiz, aşız.. Aynı acılardan geçtik, geçiyoruz, geçeceğiz. Ama yinede biz birlikte çok güçlüyüz..

Korkmayacağız, susmayacağız, yıkılmayacağız, yılmayacağız. Dik duran kadınlara alışacaksınız. Biz varız, burdayız, var olacağız!

NOT:

Bakışları hançerden keskin, yüreği bir çiçekten daha narin olan tüm kadınlara ithafen yazılmıştır.

Biz ALEVİZ, EMİNEYİZ, MÜNEVVERİZ, ÖZGECANIZ, FERİDEYİZ, SEVGİYİZ, ALEYNAYIZ, ŞULEYİZ ve nice var olmuş KADINLARIZ...

Dilerim ki ruhunuz huzur bulur... Rahmetle...

Biz bu dünyada bir tek 'KADIN' olamadık...




9 Eylül 2021 Perşembe

ARAMAK

 Kaçmak isterken içinde bulduğun Yanlızlığına aşık mı oldun ?

Bir yol, bir düş, bir uyanış, bir kaçış ne eder ? Ya da kaç aldanış ? Nereye gidersen git ya da kaç kilometre uzağa, içinde yanan ateşin devası hiçbir şey değildir.. 

Soluduğun hava, baktığın gökyüzü, tenini saran ayaz.. Sorular cevabı bulmak için mi var yoksa cevaplar için mi var olur sorular ?

Işık süzülüyor kırık penceremden içeri.. Biraz loş, biraz da hoş bir odadayım kendi içimde. Sanki konuşacak, sesi var. Fısıldıyor kulağıma birkaç melodi. Peki bu anlamsızlık ne zaman anlam kazanıyor ya da kazanacak ? İnan bunun cevabı bende de yok..

Hani kendini böyle gökte anlamsızca dolaşan bulutlar gibi hissedersin ya da akar suyun üzerinde savrulup duran bir toz tanesi... İşte öyle garip bir his be...

Ne keşkeler anlamlı  ne de belkiler mantıklı... 

İnsanoğlu hep kaçar ölmekten, bir o kadar da tutmak ister ya ölümün kıyısından.. İnsanoğlu hep tutunmak ister köklerinden tıpkı bir ağaç gibi ya da durmaksızın koşan başıboş bir kısrak gibi hür olmak ister ...

Anlamsızlıkta anlam aramak. Kendini bulurken yine kendinde kaybolmak.. Gece sabaha, dağ dağa kavuştu da Şems kavuşamadı Mevlana'sına...

Siz bilir misiniz o efsaneyi ? Kendini başkasında arayan ama kedine ateş olan Şems'in hikayesini ? Hadi kahveleri hazırlayın da hikayeyi anlatayım :)

Mevlana'yı duymayan yoktur. Kendisi şair, âlim, büyük bir mutasavvıftır. Ya Şems kimdir ? Neyin nesidir ? Mevlana'nın gönül dünyasını değiştiren, sohbet şeyhidir.

Rivayete göre ilahi aşkı arayan bu iki büyük yangını buluşturan şehir herkesin bildiği Konya ilimizdir. Bir gün Mevlana tam kemâle erdiğinde Şems'le karşılaşır. Şems, Mevlana'nın gönlüne ayna olur.Mevlana, Şems'in aynasında gördüğü kendi eşsiz güzelliğine aşık olur. Yani gönlündeki ilahi aşkını Şems'e yansıtıp onu miyarı yapar. Çünkü Şems'in saf aşkını ilahi aşkının parlak görüntüsü olarak tasvir eder. Mevlana açmak üzere olan bir gül goncasıyken Şems ona nesim olur.Mevlana aşk şarabıyken Şems ona kadeh olur. Kısaca Şems Mevlana'nın ateşine köz olurken, kendi içinde alev olur. Yangını hiç sönmeyen bir volkan olur...


Ararken sorularının cevabını Mevlana'da, için için yandı da ifade edecek tek bir kelime bulamadı Şems. Ne içindeki ateşi söndü ne de cevabını buldu sorularının. Yana yana kor oldu da sonsuzlukta boğuldu...

Eğer kendinize, kendi içinize dönüp cevabını almaktan korktuğunuz soruları sormaktan kaçarsanız, kendi yangınınızda yanarsınız. Kendinize çözüm olamadan, başkasına deva olamazsınız. 

Siz varsanız; var olur her şey. Siz yoksanız; yarınların ne anlamı var ?

Her şey biter, herkes gider

Söz uçar, yazı kalır

Leblebi gider, tozu kalır

Kuş kanat çırpsada Sen sadece uçuşunu hatırlarsın...


Sağlıcakla kalın, hoş kalın.........




30 Kasım 2019 Cumartesi

ERTELEME





   Yollar, yıllar, eski bir kentin sokaklarında lambaları yanan evler, sabahın ayazında karın üzerinde kalan ayak izleri, bunlardan geri ne kaldı ki ?
   Her şey değişmiyor mu zamanla ? Herkes gitmiyor mu herkesten ? Bütün gelmeler zaten gitmek için değil mi ? Duygular çoğalıyor onu her gördüğünde, duygular azalıyor araya giren her mesafede.. Zaman uzadıkça özlemler anlamsızlaşmaya başlıyor.. Tutup yakalaya bileceğini düşündüğün, varlığını hissettiğin sevgi ' yok olabiliyor' ansızın. Nefes alırken her şey ne kadar netliğe yakın geliyor oysa ki nefes almayana da bağlı kalınıyor mu ki kalpten ? 


    Sevgi bağının faklı bir tanımını dile getiriyor şairin biri;
 ' pamuk ipliği ' gibi diyor üstad.. Her an kopacak gibi gözükse de nefrete 5 kala ince bir çizgi gibi düşünün diyor.. Sevginin sesi olsaydı eğer kulakları sağır edebilirdi. Zaman geçse de küllerinden yeniden doğabilirdi.. Hayat böyle işte; yaşamak isterken ölümü düşünür, öldüğünde de yaşamanın tadını bilmek ister insanoğlu. Bazen yaşamak ölümden daha ağır gelebiliyor insana.. Bir kalp bazen iki kişilik atabiliyor.. Bazen bir beden de iki kişi yaşayabiliyor, yaşamak zorunda kalıyor.. 


    Hadi nerede o sıcak kahveler; hikaye başlıyor...


Birbirini her şeyden çok seven iki genç aşık varmış karlar ülkesinin birinde.. Kızın bakışları insanı küle çevirirmiş. Delikanlının gücü mevsimleri değiştirirmiş. Bu iki birbirini çok seven aşıklar bir araya geldiğinde; güneş batmamak için direnir, ay geceyi gündüze çevirirmiş.. Adeta evren onların bir arada olması için her şeyi yaparmış. Derken bir gün delikanlı bir hataya düşmüş. Yüreği ürkek bir ceylan kadar narin kızı çok üzmüş. Delikanlının yağtığı hatayı bir türlü affedemiyormuş. Uzaklaşmış sevdiğinden.. Günler günleri kovalamış.. Aylar ayları, yıllar yılları... Delikanlı ne yaparsa yapsın ikna edememiş genç kızı. Ve şehirden ayrılmaya karar verip askere gitmiş.. Kız da delikanlıdan uzaklaşmak için başka biriyle nişanlanmış.. Delikanlı, o gece bir rüya görmüş. Rüyasında kalbinden vuruluyormuş. Masal bu ya işte; genç kız da aynı gece o rüyayı görmüş.. Ertesi gün delikanlı her şeyi anlatan bir mektup yazıp, silah arkadaşına bırakıp vasiyet etmiş. Delikanlı; ' olur da bir gün buralardan gidersem, ona olan sevgime hiçbir zaman ihanet etmediğimi bilsin isterim' demiş.. 

    Ve bana düşen bu hikayeyi gereken yerlere ulaştırmak oldu... Hayatta istediği son şey; sana son bir kez bırakmayacak gibi sarılmaktı... Artık AFFET... 

   Umarım yattığın yer sıcaktır kardeşim, umarım son dileğini yerine getire bilmişimdir.  Ruhun huzur bulsun Şehit kardeşim...

  İşte arkadaşlar; şuan bütün hikayeler, sözler, duygular anlamsız kalıyor. Karşımıza çıkan tek gerçekle baş başa kalıyoruz; ÖLÜM...

İfade ettiği duygunun ve acının tarifi yok .. Masallar diyarından acı gerçeklere geri dönüyoruz..

  Hey Sen delikanlı; neden erteliyorsun ki hissettiğin duyguyu anlatmak için ?
  Hey Sen güzel kız; neden kaçıyorsun ki kalbinin hızlı atmasına sebep olanları anlatmak için ?

ERTELEMEYİN; hissinizi, sözlerinizi ve en önemlisi sevginizi ve kendinizi...

Şimdi imkanınız varsa arayın; sadece sesini duymak için ya da gözlerinin içine bakın ve sıkıca sarılın..

Gidenlere ya da geride kalanlara; yaşananlara  ya da yarım kalan bütün duygulara gelsin bu söz ;

" İyi ki vardın, İyi ki varsın, İyi ki var olacaksın içimde !"





NOT: İki dudağınızın arasından çıkan bir " Hoşça Kal ' a sığdırmayın sevginizi ! " diye avazı çıktığı kadar bağırdı André,  yerle bir olmuş şehre sırtını dönüp....









26 Ağustos 2019 Pazartesi

DESTAN




              Birileri birilerine yol olmayı seçerken; birileri birilerine çıkmaz sokak olabilir..
         Birileri birileri için dağları aşmayı göze alırken; birileri birilerinin önüne kalın duvarlar örebilir..
         Bazıları bir kere sarılmak için kilometreleri göze alırken; bazıları yanı başındakinin güzelliğini göremez..
         Bazen kokusu burnunda tüter dokunamazsın; bazen de gözünün önünde olur hissedemezsin varlığını...


         Hadi koyun kahveleri, hazırlıklar yapılsın, yeni hikayemiz başlasın.. 

    Uzak diyarların birinde kara yağız bir delikanlı yaşarmış. Kaşı, gözü, heybeti dillere destanmış. Bir yumruğuyla yer gök inler, bir adımla dağları yerinden oynatırmış. Attığını vuran, hedefine hissettirmeden gafil avlayan çok da iyi bir avcıymış. Ülkenin gençleri gibi vaktini boşa harcamaz sürekli yeni uğraşlar edinmek çaba harcarmış. Doğaya ve hayvanlara ilgisi oldukça fazlaymış. Özellikle arılara karşı farklı bir ilgisi varmış, her ağacı tek yaprağından tanırmış...

  Uzak diyarların birinde; bu kara yağız delikanlının yaşadığı ülkenin bilinmeyen bir köyünde bir genç kız yaşarmış. Zekasıyla herkesi kendine hayran bırakan, saçları aslan yelesi, gözleri kömürden daha kara, yüzünün güzelliğinin ışıltısı elmas gibi görenlerin aklını kaybetmesine sebep olan, kalbi kendinden de güzel bir kızmış...

  Bir gün delikanlı avlanmak için ormanda gezinirken, birinin geçtiğini görmüş.. Genç kız, köyünde su olmadığı için her gün ormanın diğer tarafından testilerle su taşırmış köyüne.. Tesadüf bu ya işte, o da delikanlıyı fark etmiş. Gel zaman, git zaman bu tesadüfler rutin halini almış. Delikanlı kızı çok beğenmiş, kız da delikanlıyı.. Delikanlı kızı izlemeye başlamış, kız da gizli gizli takip etmiş delikanlıyı... Ama delikanlı kızı incitmekten çok korkuyormuş, kız da incinmekten...
Derken bir gün  delikanlı kıza açılıp ona bir şiir söylemeye karar vermiş ve dilinden şu mısralar dökülmüş;

      Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur,
      En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.      
      Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;       
      Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...

Kız bu sözlere vurulmuş, kalbi ise bir kuşun kanat çırpışı gibi hızlı hızlı atmış... Bu orman onların aşk yuvası olmuş. 

Derken delikanlı zamanla bu aşktan sıkılmış, eski alışkanlıklarını arar olmuş. Kız her şeyin farkındaymış ama belki düzelir demiş.  Umut etmiş gökyüzüne bakarak, dolunayda bir dilek tutmuş. Lakin avcı ruhlu delikanlı dönmemiş geri...

Bir gün yine genç kız köyüne su taşırken, bir an da sol yanında bir acı hissetmiş. Dizlerinin üzerine çökmüş, sağ elini sol göğüs kafesinin üzerine koymuş ve sıcak bir şeylerin aktığını hissetmiş.. O an'da delikanlı gözünün önünde belirmiş. Genç kız hayal zannederek içinden geçen her şeyi söylemiş. ' Bana tekrar böyle güzel bakman için illa ki ölmem mi gerekirdi, beni ikinci kez öldürdün ' dedikten sonra olduğu yere yığılıp kalmış ve hemen oracıkta son nefesini vermiş... 

Delikanlı o zamana kadar hiçbir şeyin farkında değilmiş. Kızın ağzından dökülen sözcükler boğazında düğümlenmiş, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış bunu geçte olsa anlamış..
Delikanlı, genç kızı aslında çok sevdiğini orada anlamış, gözyaşları sel olup akmış, delikanlı düşünmekten Ruh Adam olup bitap düşmüş...

Bu masalda dilden dile dolaşıp efsane halini almış..

Zaman kimisine ilaç, kimisine zehir..
Zaman kimisine tecrübe, kimisine pişmanlık olur..
Yürekten geçenle ağızdan çıkan bir olursa; sevgi pırlanta, dil bal olur..

Demem o ki;

Sabah uyandığınızda varlığıyla mutlu olduğunuz biri varsa,
Bir melodi duyduğunuzda aklınıza ilk o geliyorsa,
Bir şeye güldüğünüzde onunda buna güleceğini düşünüyorsanız,
Kokusu size huzuru anlatıyorsa,
Birlikte paylaştığınız her andan zevk alıyorsanız,
O'na dokunduğunuzda kalbiniz hızla çarpıyorsa,
Engelleri aşmak için çaba gösteriyorsa,
Ne kadar uzağa gitseniz de birbirinizden,
Bütün yolların O'na çıkacağını biliyorsunuz..

Dilerim ki;

Bütün her şeye rağmen yanınızda yokken bile varlığı huzur veriyor, yaşadığınız bütün anılar için O'na minnettar olabiliyorsanız; SEVİN !

Çünkü; Umutlarda bir gün biter, Sen yeter ki gökyüzüne bak ..

NOT :  Kamlançu ülkesine bahar gelip de kuşlar ötüşmeye başlayınca, ağaçlarda ve yerlerde çiçekler açınca, o büyük çam ağacının altında, bizim kara yağız delikanlı eğer isterse; parlak bakışlı, ay yüzlü kızı orada tekrar görecektir....







31 Mayıs 2019 Cuma

DEĞER






       'İnsan zamanı durdurmak istediği yere aittir ' diye bir replik yazıyor senaristin biri. Peki, sen olsaydın nerede durdurmak isterdin zamanı ?

       Bir gece yarısı gökteki yıldızlara bakarak içinden geçirdiğin düşüncede mi ? Denize bakarken kulağına gelen dalgaların melodik sesinde mi ? Ağlayan bir çocuğun çığlıkları havayı yırtarken, gözünden düşen gözyaşı damlasında mı ? Çok sevdiğin bir şarkının nakaratını söylerken, aldığın nefesin genzini yaktığı an'da mı ? 
      
       Bazı şeyler öyle olmuyor işte.. Her şeyin sorumlusu ilan ettiğimiz zamanı suçlarken, vicdan rahatlatma çabaları anlamsız kalmıyor mu sizce de ?

       Uyuma isteği ve uyuyamama haliyeti ruhiyesi bedeninde hükmediyor... Milyonlarca belki de milyarlarca düşünce geçiyor aklının köşesinden. Keşke'ler, belki'ler... Belkiler belirsiz elbette.. Daha zamanı gelmemiş yaşanacakların ama benliğine en çok koyan şey; geri alamadığın zamanın içinde kaybolup giden keşkeler oluyor, biliyorum... Anlamsızlıklar içinde anlamlar aramak.. Kişiye, nesneye, duruma, olmayan ya da olması muhtemel olup da olamayan şeylere anlamlar yüklemek ne saçma... Pişmanlık duyacağını bildiğin halde değer vermeyi denemek ve verdiğin değerin kıymetsiz kalacağını karşında ki kişinin bunu hiçbir zaman bir lütuf gibi görmeyip, buna mecburmuşsun gibi davranıp, kalbini parçalara ayırıp, seni kırıp dökmesini normal bir şey oluyor gibi kendine kabullendirmen gerçeği... Seni en çok da  bu yaralayıp, yıpratmıyor mu söylesene !?

        Bu kadar şey içinde bir de uykusuzluk illeti sarmıyor mu bedeni, işte film burada kopuyor.. Şairlere şiirler yazdıran dertler, biz yazarları uykusuz gecelere itiyor.. Bir şey düşünmeden uyumak; hiç gerçekleşmeyen çelişki.. Kendini sorgulama evresinden sonraki aşama 'mutluluk' kelimesinin ne olduğunu düşünme anı..

       Mutluluk ne ola ki ?

      Birini sevmek, biri tarafından sevilmek gibi kavramlar değildir, yani umarım.. Mutluluk; bir kuşun kanat çırpışı, Ay'ın denizde oluşturduğu yakamoz ya da geçip giden bir trenin siren sesi.. O zaman mutluluk kişiye göre değişkenlik gösteren bir kavramdır, diye bilir miyiz ? Ya da bizim için anlamlı olan ve kalbimizin atış hızını bir tık artıran 'şey'olabilir mi ?

      Kısaca; mutluluk ne ola ki ? 

     Mutluluk denilen kavram kişiye, nesneye ya da zamana bağlı değildir diyor Şair. Mutluluk kendi içindedir. Bazen fonda çalan bir şarkı nakaratında, bazen başını okşadığın bir  köpeğin minnet dolu bakışında, bazen de kocaman sımsıkı bir sarılışta.. Nasıl görmek istiyorsan öyle bakmalısın hayata...

     Bir insan size vakit ayırmak için çaba gösteriyor, sizin için bir şeyler yapıyorsa görmezden gelmeyin.. Bakış açınızı değiştirin. Emin olun ki kimse kaybedeceği bir şey için çaba göstermez/ savaşmaz..

    Kazanmak istiyorsanız savaşmalı,
    Mutlu olmak istiyorsanız güzel bakmalı,
    Değerli hissetmek istiyorsanız ; size verilen değerin kıymetini bilmelisiniz.. 
    İşte insanı en çok yoran şey; emeğinin karşılığını bulamamasıdır. İnsanları hayal kırıklığına uğratmayın, kalplerimizi yormayın...


NOT: Artık değer verdiğim şeylerin kıymetini bilmeyenler için zamanım kalmadı. Artık hayalim seninle, kalbin benimle olacak. Beni kaybettin.. Şimdi senin için bu rüyadan uyanma vakti, hadi KALK ! 
Dedi ve uçurumdan kendini kocaman bir boşluğa bıraktı André...  

             

31 Mart 2019 Pazar

SON



            Son gülüş, son uyku, son uyanış, son sarılış, son gözyaşı, son bakış; işte bu son veda gidenlere...

Yarım kalanlara mı, yarım bırakanlara mı, yarım bırakmak zorunda kaldıklarımıza mı ? Pişmanlığımız yaşadıklarımıza mı, yaşamak isteyip yaşayamadıklarımıza mı ? Sen, ben, belki de biz.. Hangisi kalbinin daha hızlı atmasına sebep oluyor ?

Bir yere ait olamama hissiyatı bırak peşimi.. Her an kalkıp gitme düşüncesi çık aklımdan.. Elini uzatıp dokunduklarından dert yanarken, dokunmak isteyip de bulamadıkların nerede ?Aynı yağmurda ıslanırken, farklı kıyılarda nefes almak neden ? Aynı sabaha uyanıp, farklı pencerelerden bakmak zorunda kalma sebebimizi bana kim açıklayacak ? Sevmenin tarifini kim yapacak ? 'Seni sevmenin tarifimi olur' dediğini duyar gibiyim.. Kaç km uzağa gidersen git; bileğinde oluşan saç tokamın izinin kalbinde daha derin yaralar açtığını da biliyorum.. Ama bazen bilmemenin huzurunu yaşamak istiyorum.. Bildiği halde elinden hiçbir şey gelmemesi daha büyük yangınlar açmıyor mu yüreğinde ?..

Susar mıydım hiç 'son' olduğunu bilseydim diyorum...

Hangimiz önce gittik birbirimizden? Gidebildik mi? Her giden, bir parça bırakırmış gittiğinden diyor şair.. Sen şimdi hangi bahar oldun gittiğin yerde? Kimin gününü renklendiriyorsun gülüşünle? Varlığınla kimin gecesini aydınlatıyorsun? Bir yanım çok kızgın, diğer yanım yokluğunla üşüyor.. Eğer bu kışı atlatırsak önümüz bahar diyorum.. Sonra gerçeğe dönüyorum ki, bu birlikte geçirdiğimiz son saatler.. Giderken sarılışın  geliyor belli belirsiz aklıma, içini çeke çeke alnımdan öpüşün, ardından hemen arkanı dönüşün.... Ah bu kaybetme korkularımız yok mu, işte !

Çıkıyorum aklımın sokağına; kafamı çeviriyorum bir sağa bir sola.. Küçücük sokak, kocaman ıssız bir çöle dönüşüyor gözümde.. Derin bir nefes çekiyorum içime, kokun geliyor burnuma.. Elinin sıcaklığı; yüreğime saplanan ok misali kavuruyor avuç içlerimi.. Bomboş sokakta fırtınaya yakalanmış küçük bir balıkçı teknesi misali yalpalıyorum.. Kulağımda belli belirsiz bir ses var.. ' Güneş burada da var, ta ki batana kadar ' diyor.. Gözlerimden iki damla yaş süzülüyor tek tek.. Yürüyorum kendi karanlığımın içinde.. Düşüncelerimi toparlayamıyorum.. Sonra bana bakarken gülen gözlerin canlanıyor anılarımın içinden.. Aklımda tek bir soru var, cevaplayamıyorum; Susar mıydım gerçekten '' Son '' olduğunu bilseydim diyorum...

Susmazdım.. Susmadım.. Susamadım..
Susmamalıydım.. Susmak istemedim..  Susmak istemezdim.. 

NOT:

André pencereden yerle bir olan şehri seyrederken son sözleri dökülü verdi dudaklarının arasından:
- Yazım, kışım, vazgeçilmezimsin yalanına karnımız tok artık efendiler. Gönül dediğimiz şey insanın özelidir yani kalesidir. İnsanların gönül kapılarını çalıp, içeriye alındıktan sonra bulunduğunuz yeri yakıp yıkmaya hakkınız yok..İnsanların hayatının merkezinde yer alana kadar her şey mükemmel gibi davranıp sonra umursamaz tavırlar takınıp çekip gidemezsiniz.. İnsanların umutlarını ellerinden alıp sonra onları karanlığa itemezsiniz.. İnsan yaşattığını yaşamadan ölmezmiş derler.. Sonu her ne olursa olsun duygularınızdan utanmayın, ifade etmekten çekinmeyin.. Karşınızda ki anlamasa da, siz huzurlu olun.. Eğer bu 'SON' ise susmayın!!

Ve unutmayın; Vicdan keskin bir bıçak gibidir; batarsa acıtır, keserse kanatır...
Vicdanınızın her zaman rahat olması dileğiyle.. 

Esen kalın...