24 Nisan 2016 Pazar

ACI


 

Derin, dipsiz, karanlık bir kuyu gibi zamana bırakmak acıları... Aynada ki yansımalar hissettiklerimiz değil sanki. Görmek istediğimizi mi görüyoruz sadece? Sahip olmak isteyip olamadıklarımızın bize olan uzaklığını ifade eden tek kelime ' yokluk '... Bizi o kadar çok parçaya ayırıyor ki bu belirsizlik sorularımız da cevapsız kalıyor. Gözlerimizden düşen her damla yaş neden, niye, kime !? Kimin için, ne için bu çırpınışlar !? Var mı bu soruların bir açıklaması ? ... Haykırışlar yankı gibi bize geri mi dönüyor dersiniz ? Ne kadar çok kaçtıysak  o kadar çok mu yakalanıyoruz mutsuzluğa ? Yaşadıklarımız mı, yaşarız diye korktuklarımız mı kabus oluyor bizlere ? Yarım kalan hikayeler mi bizi bu kadar üzen ?  Yaşarsam  üzülürüm diye kaçtığımız şeyler mi bizi bu kadar endişelendiren ? 














    
Öyle çok kırılıyorsun ki en güzel yerinden, en derinden... 
Dağılan her parçanın hikayesi sana ayrı ayrı acılar yaşatıyorsa eğer, unutmak için dualar ederken buluyorsun kendini... Dağılan her parçanı toplamaya çalışırken canın daha çok yanıyorsa eğer, bırak kabuklarını kanatma artık. Derin bir nefes al. İnanmayacaksın ama geçecek. Bir toz bulutu gibi dağılacak acıların zamanla. Sende dağılacaksın, en çok toparlanman gereken anda... Sevgiye en çok ihtiyaç duyduğun şuan da kimse yok mu yanında ? Bırak,  olmasın. Acılarını öyle derin yaşa ki; aynı yerden, daha derinden, daha fazla kimsenin seni kırmasına izin verme !... Ve bir karar ver artık... Sen ; elinden tutmayıp seni kıranlara mı kızgınsın yoksa ' umutlarını ' yarım bırakanlara mı !?...

16 Nisan 2016 Cumartesi

An'lar




 Bazen  öyle an'lar olur ki olmamamız gereken bir yerde buluruz kendimizi... Hiç yaşamamamız gereken bir durumun tam ortasında oluruz. 'Belki de böyle olması gerekiyor' diyerek kendimizi kandırırız. Yanlış olduğunu bildiğimiz halde bunu yaparız. Nedense 'hayır' diye cevap vermemiz gerekirken 'evet' diyoruz. Gitmemiz gereken yerlerden vazgeçip, dinlenmemiz gereken yerlerde hipodromda yarışan atlar gibi durmaksızın koşuyoruz. Nereye gidiyoruz ? Bilmiyoruz. Rüyalarımızın sonu gelmiyor. Ayık olmamız gerekirken çaresizlik içinde sarhoş oluyoruz. Denizin dalgalarını dinleyip dalıyoruz hayallere. Yıldızlar bile bakıp bu gereksiz durumla dalga geçiyor. Gözlerimiz baka kalıyor sonsuz boşluğa. Geçmişimizde ki keşkelerimizle boğuşup duruyoruz kesintisiz. Fondaki şarkı eşlik ediyor gözlerimizden akan pişmanlıklarımıza. Kendimizle savaş içinde kıvranıp duruyoruz. Yüreğimiz alkış tutuyor halimize...


' Eğer ' diye başlıyorsak bir cümleye canımız biraz daha yanıyor. ' Acaba ' diyerek olasılık cümleleri kurmak acıtıyor ruhumuzu. Belki de ' o gün orada olmamam gerekirdi ' diyoruz. Aldığımız nefes ciğerlerimizi yakıyor. Geri dönemiyoruz. Kızıyoruz kendimize. Elimizde tuttuğumuz bir bardak çay ya da geçen vapurun sesi bize teselli olmuyor. Kalkıp gitmek geliyor aklımıza. Aynı anda geri dönebilseydik eğer; o trene hiç binmezdik, o bankta oturmazdık. ' Hayır ' demenin tadını çıkarırdık. -Aşk'la- hiç karşılaşmazdık. Belki de canımız bu kadar yanmazdı. Ya da her zaman yaptığımız gibi < Yanlızlığımız'a > sarılıp uyurduk, sonunda AŞK'ı bulmuş gibi....